Logout succeed
Logout succeed. See you again!

Kürt Sorunu: Kökeni ve Gelişimi PDF
Preview Kürt Sorunu: Kökeni ve Gelişimi
KÜRT SORUNU Kökeni Ve Gelişimi Kemal Kirişçi Gareth M.Winrow İÇİNDEKİLER 1. BÖLÜM: GİRİŞ Ulus Nedir? Etnik Grup Nedir? Ulusların ve Etnik Grupların Oluşumu Devlet-ötesi Etnik Çatışmalar İspanya'da Baskların Durumu Türkiye'de Kürtler ve Türkler 2. BÖLÜM: AZINLIK HAKLARI VE KENDİ KADERİNİ TAYİN SORUNU Azınlık Nedir? Bir Azınlığın Hakları Nelerdir? Azınlık Hakları Sorunları Kürtler ve Türkiye'de Azınlık Hakları "Halk" Nedir? Kendi Kaderini Tayin Ne Anlama Gelir? Kendi Kaderini Tayin İlkesi ve Hakkının Gelişimi Kendi Kaderini Tayin Sorunları Kendi Kaderini Tayin, Türkiye ve Kürtler 3. BÖLÜM: KÜRT SORUNUNUN KÖKENİ Osmanlı İmparatorluğu'nun Paylaşılması İktidar Mücadelesi ve Sınırların Yeniden Çizilmesi Bir Ulusal Direniş Hareketinin Doğuşu veTürkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşu Kürtlerin Birleşik Bir Ulusal Hareket Oluşturma Çabaları 4. BÖLÜM: TÜRKİYE'DE KÜRT SORUNUNUN GELİŞİMİ Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri Osmanlı Yurtseverliğinden Türk Milliyetçiliğine 1919-1923 Türk Milliyetçiliği - 1923-1938 Kürt Milliyetçiliği - 1923 -1938 İkinci Dünya Savaşı Sonrası Türkiye'de Kürt Milliyetçiliğinin Gelişimi 5. BÖLÜM: TÜRKİYE'DE KÜRT SORUNU VE SON GELİŞMELER Günümüz Türkiye'sinde Kürt Sorunu: Ön Belirlemeler Sosyo-ekonomik Etkenler ve Türkiye'de Kürt Sorunu Şiddet ve Türkiye'de Kürt Sorunu Göç ve Türkiye'de Kürt Sorunu Türk Hükümetlerinin Rolü ve Kürt Sorunu Türkiye'de Siyasi Partilerin Rolü ve Kürt Sorunu 6. BÖLÜM: KÜRT SORUNUNUN ULUSLARARASI BOYUTU Huzur Operasyonu'nun Başlaması Türkiye ve Kuzey Irak'taki Durum Kürt Sorunu ve Türkiye'nin Ortadoğu'daki Komşularıyla İlişkileri Kürt Sorunu ve Türkiye'nin Batı'yla İlişkileri 7. BÖLÜM: KÜRT SORUNUNUN OLASI ÇÖZÜMLERİ Ayrılma Ortaktoplumluk Özerklik Biçimleri Federal Şemalar Özel Hakların Sağlanması Daha Fazla Demokratikleşme Çokkültürlülük 8. BÖLÜM: SONUÇ KISALTMALAR AGİK Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı AGİT Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AİHS Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ANAP Anavatan Partisi AP Adalet Partisi ARMHC Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti CHP Cumhuriyet Halk Partisi DDP Demokrasi ve Değişim Partisi DEP Demokrasi Partisi DİE Devlet İstatistik Enstitüsü DP Demokrat Parti DSP Demokratik Sol Parti DYP Doğru Yol Partisi ETA Euskadi ta Askatasuna (Euskadi ve Özgürlük) GAP Güneydoğu Anadolu Projesi GP Güven Partisi HADEP Halkın Demokrasi Partisi HEP Halkın Emek Partisi HYM Helsinki Yurttaşlar Meclisi İHD İnsan Hakları Derneği İHV İnsan Hakları Vakfı İTC İttihat ve Terakki Cemiyeti KDP Kürdistan Demokrat Partisi KKP Kürdistan Komünist Partisi KYB Kürdistan Yurtseverler Birliği MGK Milli Güvenlik Kurulu MHP Milliyetçi Hareket Partisi ÖZDEP Özgürlük ve Demokrasi Partisi PKK Partiya Karkeren Kürdistan (Kürdistan İşçi Partisi) PNV Partido Nacionalista Vasco (Bask Milliyetçi Partisi) RP Refah Partisi SHP Sosyal Demokrat Halkçı Parti TİP Türkiye İşçi Partisi TKSP Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği YDH Yeni Demokrasi Hareketi YTP Yeni Türkiye Partisi TABLOLAR 4.1 Ülke Geneli ve 1965 Genel Nüfus Sayımında Anadillerinin Kürtçe Olduğunu Bildirenlerin Yüzde 15'ten Fazla Olduğu 15 İl İçin 1950, 1954 ve 1957 Genel Seçimlerinde Oyların Siyasi Partilere Dağılımı ve Seçimlere Katılım Oranları 4.2 Ülke Geneli ve 1965 Genel Nüfus Sayımında Anadillerinin Kürtçe Olduğunu Bildirenlerin Yüzde 15'ten Fazla Olduğu 15 İl İçin 1982 Halkoylamasına Katılım Oranları ve Oyların Ortalaması 5.1 1990'da Tahmini Kürt Nüfusun Coğrafi Bölgelere Dağılımı 5.2 1985'te Okuryazar Olmayanların Oranının ve 1990'da 1000 Kişiye Düşen Doktor Sayısının Bölgelere Göre Dağılımı 5.3 1991'de Türkiye'de Yeni Kayıtlı Otoların Bölgelere Göre Dağılımı ve Marmara ve Ege Bölgelerine Göre 1979 ve 1986'da Kişi Başına GSMH (1979 Sabit Fiyatlarıyla) 5.4 1986-1990 Arası Ulusal Bütçede Gelirler Üzerinden Harcama Oranları ve 1983- 1992 İçin Kişi Başına Kamu Yatırımı Harcamaları 5.5 Bölgelere Göre 1991 İçin Toplam Banka Mevduatı ve Kredileri Oranı ve 1992 İçin Yatırım İzinleri Oranı 5.6 1984-1995 Arasında Kayıplar (PKK, Siviller ve Güvenlik Güçleri) 5.7 1980-1990 Arasında Bölgelere Göre Net Göç Oranları 5.8 Doğu ve Güneydoğu'da Göç Alan Önemli Kent Merkezlerinin 1990 ve 1994'teki Nüfusları 5.9 Ülke Geneli ve 1965 Genel Nüfus Sayımında Anadillerinin Kürtçe Olduğunu Bildirenlerin Yüzde 15'ten Fazla Olduğu İller İçin 1991 ve 1995 Genel ve 1994 Yerel Seçimlerine Katılım ve Oyların Partilere Dağılım Oranları BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ Türk yetkililer, Türkiye'nin güneydoğusunda PKK'ye (Partiya Karkeren Kurdistan/Kürdistan İşçi Partisi) karşı şiddetli bir mücadele vermektedir. Birçok masum sivil, PKK ve Türk güvenlik güçlerinin ateşi arasında kalırken, köyler boşaltılmakta ya da yakılıp yıkılmaktadır. Terörist eylemler, ülkenin diğer bölgelerindeki kent merkezlerini ve turistik alanları hedeflemektedir. PKK, geniş Kürt toplulukların da yaşadığı komşu İran ve Irak'taki üslerden yararlanabilmektedir. Mart 1995'te, PKK'nin Irak'taki üslerini yok etmeye çalışan Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak'taki Kürt isyancılara karşı o zamana kadar gerçekleştirilen en kapsamlı saldırıyı başlatmıştı. Bunu, birkaç ay sonra, Kuzey Irak'a yapılan daha küçük çaplı bir operasyon izledi. PKK'nin Aralık 1995'te ilan ettiği tek taraflı ateşkes, bölgedeki askeri-siyasi gerilim üzerinde fazla etkili olmadı. 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana ciddi güçlüklerin yol açtığı gelişmeler dikkate alınmadığında, Türk devleti ile PKK arasında -Türkiye sınırlarının dışına da taşan- devlet-ötesi etnik bir çatışma olarak adlandırılabilecek bu sorunun çözümüne ulaşılamayacaktır. Pek çok Türk yetkili, Türkiye'deki Kürt sorununun barışçı bir çözümünün Türkiye'nin dışarıdaki imajını iyileştireceğinin ve örneğin, Türkiye'nin AB'ye tam üye olarak kabul edilme olasılığını güçlendireceğinin farkındadır. Türk hükümetlerinin resmi çizgisi, Türkiye'de ayrı bir Kürt varlığını reddetmek olmuştur. Önde gelen bazı Türk politikacılar, Türkiye'de bir Kürt "realite"sini ancak son yıllarda kabul etmektedir. 1923 tarihli Lozan Antlaşması, sadece gayrimüslim azınlıkların (Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler) varlığına işaret etmişti. Osmanlı İmparatorluğu'nun "millet" sistemine göre, gayrimüslim topluluklara bir ölçüde özyönetim izni veriliyordu; fakat Müslüman ahali, "İslam ümmeti"nin üyeleri olarak birleşik kabul ediliyordu ve bu nedenle, Halifeleri de olan Sultan'ın tebaasıydılar. Arnavutlar, Araplar, Boşnaklar, Çerkezler, Lazlar, Pomaklar, Tatarlar ve Türklerle birlikte Kürtler de, tek bir İslam ümmeti içinde gruplandırılıyordu. Bugün Türk yetkililer, Türkiye vatandaşları olarak Türk vatandaşlığının tüm haklarından yararlanan ya da yararlanması gereken Kürt kökenli insanların varlığını kabul etmeye hazır görünmektedirler. Buna uygun olarak resmi çevrelerde, Kürt kökenli insanların Türkiye vatandaşları olarak zaten bütün haklara sahip oldukları, bu yüzden Kürt azınlığın tanınması ve azınlık haklarının verilmesi taleplerinin gereksiz olduğu ileri sürülüyor. Ankara'daki bazı yetkililerin görüşüne göre, "haddi zatında" bir Kürt meselesi ya da sorunu yoktur. Sorun, yalnızca PKK destekli terörizm sorunudur. Şubat 1995'te Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Yavuz Önen ve Vakfın yürütme kurulu üyesi Fevzi Argun aleyhine açılan davada önemli bir karar verdi. İkisi de, İşkence Dosyası başlıklı bir broşürde ayrılıkçı propaganda yapmakla suçlanıyordu. Mahkeme kararı, "Kürt halkı" ifadesinin ayrılıkçı propaganda yapma suçu kapsamına girmediğini, bu nedenle Terörle Mücadele Yasasının 8. maddesinin 1. fıkrasına aykırı olmadığını belirtiyordu.1 Bu madde, daha sonra, Ekim 1995'te gözden geçirilecekti. Demek ki, Türk yetkililer "Kürt halkı" ifadesini, dolayısıyla kavramını hoşgörmeye hazırdı. Kürt "realite"sinin kabulü, açıkça göze çarpıyordu. Bir Kürt olmanın ne anlama geldiği sorusunu ele almanın yanı sıra, bununla bağlantılı olarak, bir Türk olmanın ne anlama geldiği sorusu da cevaplanmaya çalışılmalıdır. Mustafa Kemal Atatürk'ün en ünlü deyişlerinden biri, "Ne Mutlu Türküm Diyene"dir. Bu deyiş Türkiye'deki bütün okullara gururla yazılır. Büyük harflerle yazılı bu sözcükler Güneydoğu'daki tepeleri süsler. Bu nedenle, dönemin başbakanı Tansu Çiller'in Ocak 1995'te Karabük'teki bir konuşmasında "Ne mutlu Türkiye vatandaşıyım diyene" ifadesini kullanması özellikle ilginç ve çarpıcıydı.2 Burada, geçmişte "Türk" tanımına yapılan göndermede ortak vatandaşlığın öneminin yeterince vurgulanmadığı iması vardı. Mustafa Kemal, "Türk" derken tam olarak neyi kastetti? Fiilen etnik bir grup, Türklerden oluşan etnik bir grup mu ima edildi? Yoksa, "Türk" terimi, kendisine Türk diyen herkesin Türk olabileceğine işaret eden kucaklayıcı ve kapsayıcı bir terim miydi? Bu elbette, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde bireylerin kendilerini Türk olarak algılamadıklarında nasıl davranacakları sorununu açıkta bırakıyordu. Türkiye Cumhuriyeti'ndeki diğer resmi yetkililer Türk terimini nasıl yorumladılar? Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Aralık 1994'teki basın toplantısında, anlamlı bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti anayasalarının, vatandaşlık ya da "ulusal aidiyet" temeli olarak köken, inanç ya da dil belirtmediğini ifade etti. Türk ulusuna mensupluk, yalnızca Türk vatandaşı olmayı gerektiriyordu.3 Bu nedenle, Türkiye vatandaşı olan herhangi biri Türktü. Dolayısıyla, "Kürt Türkleri" terimine yani, şu anda Türkiye vatandaşı olan farklı bir kökenden insanları işaret etmeye uygulamada izin verilebilirdi. Diğer yanda, Türklüğe karşıt olarak Kürtlüğü vurgulayan "Türk Kürdü" terimi, Ankara'daki yetkililer için çok daha sorunlu olacaktı. Kürt sorunu -ve daha özgül olarak, Türk devleti ile Türkiye'deki Kürtler arasındaki ilişkiler sorunu- Batılı bilim insanlarının ve yorumcuların giderek daha fazla ilgisini çeken konulardır. Çözümlemelerin çoğu, Kürtlere sempatik ve Türk devletinin politikalarına düşman bir tutum geliştirir. Burada Türkleri, Kürtleri ve Türk devletini monolitik varlıklar olarak inceleme eğilimi vardır. Türkiye'dekiler de dahil yorumcular, çoğu zaman, Türkiye'deki Türk ve Kürt seçkinlerin amaç ve hedeflerini, Türk ve Kürt kitlelerin görüş ve kanaatlerini ayrıştırma yönünde fazla çaba göstermiyorlar. Aslında, Türkiye'de kendilerini Kürt olarak algılayan bireyleri saptamak kolay değildir. Bazı insanlar, kendilerini hem Türk hem Kürt olarak tanımlayabilir. Bireylerin görüş ve kanaatleri de zamanla değişir. Dahası, İstanbul'da yaşayan bir Kürdün yaşam tarzı ve değerleri, Güneydoğu'da toprakta çalışan bir. Kürdün yaşam tarzı ve davranışlarıyla keskin bir karşıtlık içinde olabilir. Güneydoğu'da Kürt gruplar arasında aşiretlere göre bölünmeler de vardır. Kürtlere "devletsiz ulus", "ülkesiz halk" denildi ve Ortadoğu'da devletsiz en büyük ulusal grup olarak işaret ediliyor.4 Kürtler, örneğin Basklar, Sihler ve Tamiller gibi, "etno-ulusal bir hareket" ya da "proto-ulus" örneği olarak sıralandılar. Proto-uluslar, kendi devletlerini kurmaya çalışan "devletsiz uluslar" olarak tanımlandılar.5 Peki, her şeyden önce bir ulus nedir? Uluslar fiilen devlet kurar mı? Belli etnik gruplar içindeki kilit bireylerin ve seçkinlerin rolü önemli gibi görünüyor. Özgül Türkiye örneği ve Kürt sorunu üzerinde yoğunlaşan biri, "proto-ulus" ve "devletsiz ulus" gibi terimlerin muğlak kullanımından kaçınmalıdır. Elimizdeki, örneğin "ulus" ve "etnik grup" gibi, kavramsal araçlar bir halk içindeki bireylerin ve grupların savunduğu kimlik kavramını ya da çokkimliklilik biçimlerini ifade etmeye yeterli değildir. Özellikle "ulus" terimi siyaset yüklüdür. Bu terimin, bilim insanları, gazeteciler, yorumcular tarafindan liberalce kullanımı, bir devletin merkezi yetkilileriyle halkın kendisini ayrı bir kimlikle algılayan kesimi arasındaki muhtemelen zaten gergin olan ilişkileri daha da kötüleştirebilir. Diğer devletlerdeki politikacılar, söz konusu sözde ulus ya da etnik grubun davasına sahip çıkmaya bu vesileyle teşvik edilirse, gerilimler daha da artabilir. Türkiye ve Kürtler örneğinde, tek etkenli ya da tek nedenli açıklamaların, gerçekte oldukça karmaşık olan devlet inşa etme ve ulus inşa etme süreçlerinin tamamen kavranmasını sağlayamadığı da görülecektir. Gerçi, Türk devleti ile Kürt unsurlar arasında devam eden şiddetli çatışma hesaba katıldığında ve bu devlet- ötesi etnik çatışmanın görünüşte başa çıkılması güç doğası dikkate alındığında, acele değer yargılarından kaçınmak, Türkiye'de ve ötesinde egemen olan köklü ve uzun süreli popüler önyargılardan etkilenmemek kolay değildir. Modernleşme ve toplumsal hareket teorileri, başlangıçta, iletişim ve ulaşımdaki ilerlemelerin, kitlesel eğitim ve okuma yazma programlarındaki gelişmelerin devletler içinde artan kentleşmeyle birlikte, ayrı etnik kimlikleri fiilen eriyen gruplar arasında daha yoğun etkileşimlere yol açacağını ileri sürdüler.6 Uygulamada tersi gerçekleşebilir. Modernleşmenin gerektirdiği süreçler, artık tecrit edilmek istemeyen ve kendileri ile aynı devlet içindeki diğer etnik gruplarla farklılıklarının giderek daha fazla ayırdına varan ayrı etnik grupların sürekli varlığını tehdit edebilir.7 Tehdit edilen bu etnik grupların mensupları, özellikle Türkiye'deki Şeyh Sait isyanı örneğinde olduğu gibi ayrıcalıklı seçkinler, kültürlerinin devletin saldırısı altında olduğunu hissedebilirler. Bu gruplar, devleti, çoğunluk/egemen bir etnik grubun/ulusun çıkarlarıyla özdeşleşmiş gibi algılayabilirler. Kuşkusuz, 1960'ların başından bu yana Bretonlar, Katalanlar, Basklar ve Fransız Kanadalılar gibi gruplar, kendi devletleri içinde özerklik mücadelesi vermektedirler. Hatta ayrılmaya bile kalkıştılar. Doğu Avrupa'da komünizmin çöküşü ve Yugoslavya ile Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte, milliyetçilik ve etnisite konularının, yakın gelecekte Avrupa siyasetinin belirgin bir özelliği olarak kalması olasıdır. Birçok Marksist, sosyalizmin gelmesiyle etnik bilincin ve bununla bağlantılı gerilim ve çatışmaların ortadan kalkacağına inanmıştı. Uluslararası topluluğun, bütün halkların temel hakkı olarak kendi kaderini tayin hakkı sorununa son yıllarda artan ilgisinin ve insan hakları örgütlerinin, belirli rejimlerin etnik gruplara karşı uyguladığı ayrımcılığı ve baskıyı izleme ve önlemeye verdikleri önemin de, daha önce "sakin olan toplulukların etnik hareketlenmesini teşvik etmesi olasıdır.8 Türkiye ve Kürt sorununa ilişkin milliyetçilik ve etnisiteyle bağlantılı sorunların, kısa ve orta erimde ortadan kalkması olası değil. Türkiye'deki Kürtlerin gelecekteki manzarasına üç olası seçeneğe göre bakılabilir: Hirschman'ın orijinal terimlerini Gurr'un kullandığı gibi kullanırsak, "terk", "ses" ve "sadakat".9 "Terk" nihai ayrılmayı gerektirebilecektir. "Ses", Türkiye'deki Kürtlerin koşullarını iyileştirmeyi amaçlayan protestoları içerebilir. "Sadakat"a gelince: Kürtler, Türkiye'deki siyasi sistemi sorgulamayacak, fakat Türk siyasi toplumunda sağlanan fırsatlardan yararlanarak kendi paylarını arttırmaya çalışacaklardır. Ne var ki, Türkiye'deki Kürt nüfus içindeki farklı unsurlar, her şeyden önce kendi kimliklerinin bilincinde oldukları varsayılırsa, aynı anda bu üç seçeneğin peşinde koşuyor olabilirler. Üç seçenek, birbirini dışlamak zorunda da değildir: "Sadakat" diyen gruplar, devletteki işlerin seyri içinde daha fazla "ses" de talep edebilirler. Her seçenek kendi içinde çeşitli olası permutasyonlar barındırabilir. ULUS NEDİR ? ETNİK GRUP NEDİR ? Bir ulusu tanımlarken öznel ölçüte mi yoksa nesnel ölçüte mi daha fazla önem verilmesi gerektiği konusunda bir tartışma sürmektedir. Bir sava göre, bir ulusun üyeleri kendilerini dayanışma duygusu, ortak kültür ve özbilinçlilikle* (self-awareness) kenetlenmiş hissetmelidirler.10 Özbilinçlilik ve özalgı (self- perception) anahtar belirleyicilerdir. Eğer belirli bir kimlik, belirli bir halk için hiçbir şey ifade etmiyorsa, o zaman o halk o kimliğe sahip değildir.11 Ne var ki, özbilinci olan hangi topluluğun bir ulus, hangisinin başka bir gruplaşma biçimi -kulüp, dernek vb- olarak görülmesi gerektiğini saptama sorunu vardır. Öyle görünüyor ki, bir ulusal bilinç duygusu aşılamaya yardım eden başka ölçütler de gerekiyor. Dahası, belirli bir topluluğun kaç üyesinin, "bu ulus vardır" demeden önce kendilerini ulus olarak hissetmesi gerekir. Üyelerin çoğunluğu mu özbilince sahip olmalıdır, yoksa sadece o topluluk içindeki az sayıda lider mi kendilerini bir ulus olarak algılamalıdır? Bir ulus için hangi nesnel ölçütler zorunlu olurdu? Belli bir toprak, ortak bir dil, din, kültür ve ortak bir soy akla gelen bazı karakteristiklerdir. Smith, ulusu "tarihsel bir toprağı, ortak mitleri ve tarihsel anıları, kitlesel bir kamu kültürünü, bir ekonomiyi ve bütün üyeler için ortak yasal hak ve yükümlülükleri paylaşan adı konmuş bir insan topluluğu" olarak tanımladı.12 Bir ulusu tanımlamak için nesnel ve öznel öğelerin bir bileşimi kullanılabilir. Örneğin Gurr şunu belirtmektedir: "Komünal grupların kimliğini saptamanın anahtarı belirli bir özelliğin ya da özellikler bileşiminin varlığı değil, daha çok her neyseler tanımlayıcı özelliklerin grubu ayrı kıldığına dair ortak algının varlığıdır."13 Çok daha geniş bir kategoriye, bir "komünal grup"a işaret ediyor olmasına karşın, Gurr'un iddiası, bir ulusun kimliğini saptamak için de uygundur. Yine, bir ulusun kaç üyesinin ve/veya hangi üyelerinin bu tanımlayıcı özellikleri algılaması gerekir? "Kendi" tarafindan tanımlanmış (self-defined) ya da "öteki" tarafından tanımlanmış (other-defined) bir ulus olmanın görece önemi konusunda da görüş ayrılığı vardır. "Kendi" tarafından tanımlanmış herhangi bir grubun özbilince sahip olması gerektiği açıktır.14 Bir grup, bir otorite tarafından bir grup olarak algılandığında "öteki" tarafindan tanımlanmıştır. Tilly şunu belirtmektedir: Birbiriyle bağlantılı bir insanlar kümesi, bazı otoritelerden vatandaşlık hak ve yükümlülüklerinde ayrımcı muameleyi hak edecek derecede köken ve kültür farklılığı sertifikasını (gönüllü ya da gönülsüz) aldıklarında bir ulus olarak nitelenir.15 Ne var ki, bir ulus belli nesnel karakteristiklere sahip ve belli bir derecede özbilince sahip olsa da, Tilly'ye göre kabul ve sertifika, ancak ulus unvanını hak ettiğine dair inandırıcı işaretler veren bir grup için geçerlidir.16 Bir ulusu diğer gruplaşmalardan ayırmaya çalışırken, "öteki" tarafindan yapılan tanımlamanın uygunluğu hesaba katılmalıdır. Bir ulusun var olması için, ulusun toprağında yaşadığı devletin hükümeti ya da diğer devletlerin hükümetleri tarafindan diğerine göre tanımlanmış olması gerektiği ileri sürülebilir. Örneğin, bir ulusun, bilim insanları ve gazeteciler tarafindan tanınması -bilim insanları ve gazeteciler, politikacıları yeni kimlikleri tanımaları için teşvik etseler bile- resmi onay olmadan uygulamada fazla bir anlam taşımaz. Gerçekten de, Osmanlı İmparatorluğu ve Türk kimliği sorunu örneğinde, Türkler salt Müslüman kimliklerinin bilincinde oldukları bir sırada, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki en büyük etnik grubu Türk olarak adlandıranlar, pantürkist düşünürlerle birlikte yabancı bilim insanları ve tarihçilerdi. Ancak, deyim uygunsa, "öteki" tarafından etiketlenme (other-labelling) -resmi bir tanımlama olmasa da- yeni kurulan Türk devletinin birçok seçkinini kendilerine Türk demeye ve bir Türk ulusuna başvurmaya teşvik etmede rol oynadı. Kısacası, hemen hemen bütün örneklerde görüldüğü gibi, resmi otoritenin bir grubun ulusluğunu tanıması için o grubun ulusal bilincinin olması gerekir. Buna rağmen, "kendi" tarafindan tanımlanması bir ulusun var olduğunu söylemeye yetmez. Her ne kadar, Kürtler ve Sevr özgül örneği Birinci Dünya Savaşının hemen ertesindeki dönemin uluslararası siyaseti bağlamında değerlendirilmeliyse de, 1920 tarihli bu antlaşmanın hükümleri bakımından Kürtlerin durumu bir istisna gibi görünüyor. Ulusların tanınması, devletlerin tanınmasından çok daha fazla sorunludur. Ulusluğun sadece tek bir devletin (zorunlu olmamakla birlikte, olasılıkla ev sahibi devlet) hükümeti tarafından tanınmasının, "öteki" tarafindan yapılan tanımlamanın gereklerini karşılamaya yeterli olacağı ileri sürülebilir. Ne var ki, bu tartışma çizgisi, kendi kaderini tayin ve "halklar"ın ve olası devlet olma haklarının tanınması gibi zor bir konuya doğru karşı konulmaz biçimde gittiği için bu konu açıkça ihtilaflıdır. Bir ulusun "kendi" tarafindan tanımlanmasının uygunluğunu vurgulayan diğer bilim insanları, bir ulusun tasavvur edildiğini, icat edildiğini ya da yeniden inşa edildiğini savunmuşlardır. Bir ulus, yerel dillerin yayılmasını hızlandıran matbaa kapitalizminin gelişmesiyle ortaya çıkan "hayali bir politik cemaat" olarak tarif edilmektedir.17 Bununla bağlantılı diğer bir yaklaşım da, ulusu, "uygun bir tarihi geçmiş"le süreklilik bağı kurma çabasının normalde var olduğu "geleneğin bir icadı" olarak kavramıştır.18 Yine bir ulus, bir kurgu, kendisi de sanayi toplumlarının ortaya çıkışıyla bağlantılı özel ekonomik ve toplumsal koşulların bir sonucu olan milliyetçiliğin ürünü olarak tanımlanır. Sanayileşme, bir ulusun yaratılmasına elverişli koşulları sağlar. Eğitim sistemindeki türdeşlikle bağlantılı bir "ortak yüksek kültür" sağladığı için, ulus ekonomik büyüme için zorunludur.19 Bu görüşlerin her biri, ulusun belli seçkinler tarafından inşa edildiğini vurgular. Kitleler, bu seçkinlerin ulus mühendisliğini hemen hemen edilgen bir şekilde kabul eder görünürler. Fakat bu yaklaşımlara yönelik bir eleştirisinde Smith, bir ulus yaratmanın, kitlelerin (ya da büyük bir oranının?) özdeşleşmesi gereken bir geçmişin fiilen yeniden inşa edilmesini gerektirdiğini vurgulamıştır.20 Seçkinci manipülasyonunun kendi sınırları vardır. Smith, Batılı denen vatandaşlığa dayalı (civic) ulus modelini Batılı olmayan "etnik" modelden ayırmıştır. Birincisi tarihsel toprağa, üyelerinin yasal- siyasal olarak eşit olduğu yasal-siyasal bir topluluğa, ortak bir vatandaşlık kültürüne ve ortak ideolojiye dayanır. İkincisi, Smith'e göre, doğumun, ortak soyun, soykütüğünün, popüler hareketlenmenin, yerel dillerin, geleneklerin ve göreneklerin önemini vurgular.21 Vatandaşlığa dayalı milliyetçiliklerin, normalde, iyi kurumlaşmış demokrasilerin özelliği olduğu, oysa etnik milliyetçiliklerin, kurumsal bir boşluğun bulunduğu yerlerde, ya da var olan kurumlar temel gereksinmeleri karşılamadığı ve hiçbir alternatif yapının bulunmadığı zaman ortaya çıktığı ileri sürülmüştür.22 Belirtilmelidir ki, Smith bütün milliyetçiliklerin değişen oranlarda vatandaşlık ve etnik öğeleri barındırdığını kabul etmektedir.23 Vatandaşlığa dayalı uluslar da dahil bütün ulusların, varlıklarını sürdürmek için "etnik çekirdekler'e gereksinim duyduklarını da savunmuştur.24 Bir ulusun (aynı devlet içinde iki ya da daha fazla ulusun egemen olması durumunda) kendi etnik çekirdeği olarak ayrı bir etnik gruba sahip olduğu aynı devlet içinde, başka etnik gruplar ya da başka uluslar boy verebilir mi? Bir ulusun ya da egemen ulusun önde gelen üyeleri, diğer etnik grupları ya da ulusları asimile etmek ya da bütüne katmak için ısrar eder mi? Ya da, milliyetçiliğin vatandaşlık modelinin amacı, sözgelimi İsviçre örneğini izleyerek bir "siyasal topluluk" yaratmak mıdır? Etnik olarak bölünmüş devletlerde siyasal bir topluluk oluşturmak için "sınırları aşan bir ulusal birlik bağı" (transcending bond of national unity) bulunması gerektiği ileri sürülmüştür. Bu durum da, "kapsayıcı bir siyasal anlayış kodunu, paylaşılan bir siyasi kültürü, ortak saygı duyulan devlet olma simgelerini ve en önemlisi, siyasal süreçlerin (en başta da seçimlerin) sonuçlarının meşru olduğuna dair paylaşılan bir görüş"ün25 varlığını gösterir. Etnik olarak bölünmüş bir devlette egemen bir ulus ya da etnik grubun yokluğu, muhtemelen, bir "siyasi topluluk" içinde bir "sınırları aşan ulusal birlik bağı"nın gelişmesini kolaylaştırabilir de. Öyle görünüyordu ki, kültürel haklara ve bir ölçüde iç yönetime genellikle sahip öteki uluslar, sınırları aşan ulusal (ya da ulusal-üstü) birlik bağı içinde başarılı bir şekilde bir arada var olabilirlerdi. Ne var ki, İsviçre modelinin tekrarı olmaktan çok uzak olan devletler içinde de belli bir ulus diğer uluslarla bir arada var olabilir. Örneğin, Yunan yetkililer kendi toprakları içinde bir "Türk" azınlığın varlığını kabul etmeye yanaşma-malarına rağmen, Yunanistan'daki Batı Trakya'da bir Türk azınlığın var olduğu söylenebilir. Buna benzer durumlarda bulunan azınlık ya da etnik gruplar, resmi bir otorite tarafından da olsa "öteki" tarafından tanımlanmış olmalıdırlar. Batı Trakya Türkleri örneğinde Türk hükümeti bu tanınmayı sağlamaktadır. Ayrı bir etnik grubun ya da ulusun tümünün tam anlamıyla asimile edilmesinin kolay bir iş olmadığı görülecektir. Kuşkusuz, İsviçre modeline öykünmek kolay değil. Uygulamada, vatandaşlığa dayalı ve etnik milliyetçilik modelleri arasındaki fark, birçok durumda ilk bakışta göründüğü kadar açık değildir. Siyasal topluluklardan farklı olarak, vatandaşlık milliyetçiliğine sözde dayanan pek çok devletin, ortak bir vatandaşlık kültürü ve ideolojisi biçimlendirmek için, aynı devlet içindeki diğer ulusları ya da etnik grupları en azından bir ölçüde asimile etmeye ya da birleştirmeye çalışan egemen etnik çekirdeği bulunurdu. Bu nedenle, devletler aslında, biçimsel bir vatandaşlık milliyetçiliğine dayanabilirler. Egemen bir etnik çekirdeğin liderliği, kasıtlı olarak kendi politikalarını vatandaşlığa dayalı milliyetçilikle tutarlı gibi sunarak otoritesini meşrulaştırmaya çalışabilir; fakat aynı devlet içindeki diğer etnik grupların aktif siyaset yapan üyeleri, bu politikaları farklı algılayabilirler. 1930'larda Türk devletinin politikaları ve belli Kürt grupların tutumu göz önüne alındığında Türkiye'deki durum böyleydi. Böylesi durumlarda, diğer etnik gruplar, egemen etnik çekirdeğin algılanan etnik milliyetçiliğine, ya da Türkiye'de Kürtler dışındaki diğer etnik gruplar örneğinde olduğu gibi, tamamen asimile olma riskine karşı durmak için kendi etnik milliyetçiliklerini oluşturmak zorunda kalabilirler. Yukarıda belirtildiği gibi, bir tek devlet içinde birden fazla ulus var olabilir. Bu durum, bir topluluğa ulus demek için kendi devletine sahip olması gerektiği kanaatini boşa çıkarır. Örneğin Gellner, "etnik sınırların siyasi sınırları kesmediği yerlerde", siyasal birim ile ulusal birimin "çakışır" olması gerektiğini vurgulamıştır.26 Buradaki ima, topraklarında iki ya da daha fazla ulusun bir arada var olduğu bir devletin parçalanacağı imasıdır. Diğer bilim insanları, ulus ile devlet arasındaki bağlantının önemini arka plana atmışlardır. Kedourie'ye göre, "bir araya gelip kendileri için bir yönetim şemasına karar veren herhangi bir insan topluluğu bir ulus oluşturur." 27 O sırada bu "insan topluluğu"nun kendisine ait bir devleti olmayabilir. Kedourie'nin duruşu, Ernest Renan'ın, "bir ulus esas olarak, bir ulus meydana getirmeyi seçen bireylerin iradesi meselesidir" klasik tezine uygundu. Ne var ki, yukarıda belirtildiği gibi, bir ulusun gerçekte var olması için, "öteki" tarafından tanımlanma öğesinin de bulunması gerekir. "Milliyetçilik" terimi, açıkça ulus kavramıyla yakından bağlantılıdır. Modern anlamında milliyetçilik, genelde 18. yüzyıl sonlarına ve Amerikan ve Fransız devrimlerinin başarısına kadar geri götürülür. Burada, popüler özgürlük ve hükümranlık öğretisiyle ilişkilendi ve bir halkın birleşip kendi toprağına sahip olma gereksinimine dayandı. Snıith milliyetçiliğe "kimi üyeleri tarafından fiili ya da potansiyel bir ulus oluşturacağı düşünülen bir halk adına özerkliğe ulaşmak ve bu özerkliği koruma için ideolojik bir hareket" olarak işaret etmektedir.28 Dikkat edilmesi gereken bir nokta da, bir halkın bütün üyelerinin bir ulusun ya da potansiyel bir ulusun varlığına dair bir inancı paylaşması gerekmediğidir. Ayrıca, bir ulus kendi devletini kurmaya çalışmayabilir, fakat kendi çıkarlarını savunup korumayı amaçlayabilir. Ulusların gelişiminin ve bekasının hem ulus hem devlet inşa etme süreçleriyle bağlantılı olabileceği daha sonra gösterilecek. Breuilly, milliyetçiliği siyasi bir hareket olarak tarif ederken, bunu bir erk siyaseti biçimi olarak kullanan elitlerin rolünü Smith'den çok daha fazla vurgulamıştır.29 Connor bu savunuya karşı çıkmıştır: "Milliyetçiliğin özü, bazı örtük amaçlar için milliyetçiliği maniple edebilen seçkinlerin güdülerinde değil, daha çok seçkinlerin başvurduğu kitlelerin duygularında aranmalıdır." 30 Ulusların oluşumunda, ya seçkin maniplasyonu ya da kitle duygusu önem kazanır; ayrıca devletlerin ve etnik grupların ele alınması gereken konular olduğu açıktır. Smith'e göre milliyetçilik, etnisiteye siyasi bir yön verir.31 "Etnisite" terimi, etnik olma durumu olarak da tanımlanır, belirli bir grupla özdeşleşmeyle ilgilidir. Grup etnisite temelinde bağımsız bir varlık olduğunun bilincine de varmalıdır; buna rağmen, ortak bir dil, din ve ırk, etnisite ve etnik grupların kimi önemli nitelikleridir. Nesnel ve öznel ölçütler yine önemlidir. De Vos, doğru bir şekilde şunu belirtmektedir: "Bir etnik grup, ilişki içinde olduğu diğer insanların paylaşmadığı bir gelenekler kümesini ortaklaşa savunan ve özalgıya sahip insanlar topluluğudur."32 Bu gelenekler, din ve dile ek olarak, tarihsel bir süreklilik, ortak bir nesep ve köken anlaşıyını da kapsayabilir. Horowitz'e göre, gerçek bir kan bağı akrabalığı olsun ya da olmasın, ortak bir soya olan öznel inanç özellikle önemli görünüyor. Horowitz, etnik bir grubun, "büyük ölçüde genişlemiş bir akrabalık biçimi" olarak algılandığını vurgulamıştır.33 Bu nedenle, uluslarda olduğu gibi, etnik grupların da özbilinçliliği önemlidir. Etnik grupların oluşumunda ve korunmasında, farklı gruplar arasına sınırlar çekip bu sınırları sürdürmenin önemli bir etken olduğu görülecektir. Bu süreçte seçkinlerin rolü de, Türklerle Kürtlerin durumunda görüleceği gibi, hesaba katılmalıdır. Bir ulus ile bir etnik grup nasıl ayırt edilecek? Bütün ulusların merkezinde egemen bir etnik çekirdeğin -yani egemen etnik grup- bulunduğu anımsanırsa, ayrım açık olmaz. Bu nedenle bazı etnik gruplar, ulus olabilirler. Bir grup, ulus niteliğini kazanmak için, çoğunlukla -fakat görüleceği gibi asla her zaman değil- ortak bir işbölümü ya da ekonomik birliğe, herkes için eşit hak ve ödevleri öngören ortak yasal kodlara ve topraksal bir temele sahip olmalıdır. Bir etnik grup belirli bir toprakla ilişkilenebilir, buna rağmen, bunlar tek başlarına, etnik gruplarla bağlantılı özellikler değildir.34 Bir etnik grubun, diğer etnik gruplara uygun olmasa da, "yasal kodlar"la hemen hemen aynı işi gören kendi gelenekleri ve "kurallar"ı da olabilir. Etnik grup terimi, siyasal bakımdan ulus terimi kadar anlamlı değildir. Belirli bir etnik topluluğun özbilince sahip seçkinlerinin, devlet otoritelerinden kültürel haklarının tanınmasını istediği, fakat devletin ayrı bir etnik grup olarak varlıklarını kabul etmemesi nedeniyle o zamana kadar başarılı olamadıkları durumda da, bir etnik grup varlığını sürdürebilir. Bununla birlikte, etnik bir grubun olası etnik azınlık haklarından yararlanması için, o etnik grubun, içinde bulunduğu devlet otoritesi tarafından tanınması -"öteki" tarafından tanımlanması- gerekir. Etnik grup teriminden farklı, fakat ulus terimine benzer biçimde, etnik azınlık teriminin siyasal ve yasal önemi vardır ve bu nedenle "öteki" tarafından yapılan tanımlamayı gerektirir. Genellikle etnik gruplar daha dışlayıcı, uluslar daha kapsayıcı varlıklar olarak tarif edilir. Etnik gruba üyelik vasfı kazanmak için insanın, doğuştan kazanılan belli "dışlayıcı" nitelikleri paylaşması gerektiği ileri sürülür. Doğumun ve ortak nesebin önemi vurgulanır.35 Ne var ki, örneğin Baskların durumunda, isnat kavramının can alıcı bir zorunluluk olmadığı görülecektir. Dahası, bir ulusun egemen etnik çekirdeği olmuş etnik gruplar, asimilasyon ve bütünleştirme yoluyla zoraki kapsayıcılık politikaları izliyor olabilirler. Türkiye örneğinde, egemen Türk etnik çekirdeği, Kürtlerin Türklüklerini unutmuş Türkler olduğuna dair bir sav icat etmiştir. O halde bir ulus, genellikle fakat asla her zaman değil kendi devletini edinmiş, siyasallaşmış bir etnik grup olarak tanımlanabilir. Aynı zamanda, bu ulus, "öteki" tarafından tanımlanmış olmalıdır. Yukarıda belirtildiği gibi bazı durumlarda bir ulus, aynı devlet içinde başka bir egemen ulusla bir arada var olabilir. Bu örneklerde ulus, kendi kültürel haklarını ya da özerkliklerini bir biçimde kullanacak ya da kullanmaya çalışacaktır. Başka bir devletle birleşmeyi ya da kendi bağımsız devletlerini yaratmayı da amaçlayabilirler. A devletinde başka bir egemen ulusla bir arada var olan uluslar, A devletinin egemen olmayan ulusunun B devletindeki ulusun (ya da egemen ulusun) egemen etnik çekirdeğini verdiği B devleti tarafından tanınabilir, yani "öteki" tarafından tanımlanmıştır. Örneğin Batı Trakya Türklerinin durumu bu olurdu. Pek çok Batı Trakya Türkü, Yunanistan'da yaşayan -ayrı ve egemen Yunan etnik grubundan oluşan bir ulus tarafından kontrol edilen- Yunanistan vatandaşları olduklarını kabul etmelerine karşın, Türk ulusunun bir parçası olduklarını herhalde hissederler. Batı Trakya Türkleri bakımından ayrı bir ulusal kimlik duygusu, Türk ulusluklarının Türk devleti tarafından tanınması nedeniyle varlığını sürdürebilir -"öteki" tarafindan ve "kendi" tarafindan tanımlanmıştır. Farklı etnik grup türleri olabilir. Bazı etnik grupların liderleri, bağımsız bir devlet olma ya da en azından önemli ölçüde özerklik kazanma umuduyla ulusluk özlemi çekebilirler. Bazı etnik gruplarda liderler, kendi kültürel haklarına saygı duyulmasını sağlamayı amaçlıyor olabilir. Bütün etnik gruplar, liderleri ayrı bir grup kimliğini sürdürmeyi arzuladığı ölçüde siyasallaşırlar. "Kendi" tarafından tanımlanmalıdır. Etnik grup, en azından olası etnik azınlık haklarından yararlanmak için, içinde yaşadığı devletin hükümetince ("öteki" tarafından) tanımlanmalıdır. Bir etnik grubun liderlerinin ulusluk talebi bir hükümet ya da hükümetler tarafindan tanınırsa, o etnik grup ancak o zaman bir ulus olarak görülebilir. ULUSLARIN VE ETNİK GRUPLARIN OLUŞUMU Türk ulusu nasıl yaratıldı? Ulus inşası, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasını izleyen ve modern bir Türkiye Cumhuriyeti kurmaya yönelen devlet inşasıyla paralel gitmek zorundaydı. Türk ulusunun Türk etnik çekirdeği nasıl şekillendi? Anahtar rol oynayan seçkinler, vatandaşlığa dayalı bir Türk milliyetçiliği geliştirmek için çalıştıklarını yansıtmalarına karşın, Türk devletindeki diğer gruplar bu politikayı nasıl algıladı? Bu çeşitli gruplardaki seçkinlerin ve kitlelerin rolü neydi? Osmanlı "millet" sisteminin İmparatorluk içindeki gayrimüslim azınlıklara belli bir özerklik tanırken, bütün Müslümanları etnik kökenlerinden bağımsız olarak bir tek kategoride topladığını dikkate alırsak, eski İmparatorluğun "millet" sistemi bu gelişmeleri nasıl etkiledi? Kuşkusuz, ulus ve devlet inşasında seçkinler önemli rol oynadı. Hroch, bir ulusal hareketin üç ayrı yapısal evresine işaret etmektedir. A evresinde, entelektüel seçkinler bir halk grubunun dilsel, kültürel, toplumsal ve olasılıkla tarihsel niteliklerini araştırır. Sonraki B evresinde, daha fazla siyasallaşmış eylemciler ve profesyonel aydın kesimi bu ilk entelektüel çıkışları toparlayıp kitlelerin ulusal bilincini uyandırmaya çalışır. C evresiyle kitlesel bir ulusal hareket oluşacaktır. Bu evrelerden geçilirken bir dizi kriz ve dış gelişme olacaktır.36 Hroch'un modeli Türk ulusunun oluşma sürecine ne kadar uygundur? Kuşkusuz, esas olarak subaylardan ve önde gelen bürokratlardan oluşan entelektüel seçkinler ve profesyonel aydın kesimi, bir Türk ulusal kimliği imgesi geliştirmeyi amaçlayacak yeni bir liderliğin Osmanlı egemen sınıfının yerini almasında önemli bir rol oynadı. "Türk"ü etnik temelde tanımlayan pantürkist düşünürlerin, yabancı tarihçi ve bilim insanlarının önceki savlarından yararlandılar. Bu savlar, Osmanlı İmparatorluğu'nda kimliğin, etnisiteden çok din temelinde tanımlandığı bir sırada ileri sürülmüştü. Bu nedenle, Hroch'un terminolojisini kullanırsak, A ve B denilebilecek evrelerde entelektüel seçkinler anahtar rol oynadılar. Öyle görünüyor ki, Mustafa Kemal ve yakın arkadaşları, en azından başlangıçta, Türk ulusal kimliğini vatandaşlığa dayalı ulus özellikleriyle donatmak niyetindeydiler. Yine de, bu vatandaşlığa dayalı Türk ulusunun etnik çekirdeği, dili ve kültürüyle Türk etnisitesine dayanacaktı. Bu eşzamanlı ulus inşa etme ve devlet inşa etme denemesinde birçok entelektüel, tarihten, mitlerden ve simgelerden yararlanarak bir Türk ulusu inşa edip (ya da Smith'in ileri süreceği gibi yeniden inşa edip) biçimlendirmeleri için göreve çağrıldı.